İnsan kelimelerden kendisine bir ağ örer mi? Örebilir elbette.
Bu bir beceri değildir tabi...
Ama 'o ağ' bazen hayat kurtarır!
bazen de insanın kendi boynuna dolanır...
İNSAN;
Başka insanların yaptıkları veya yapmadıklarından kaçmak ister çoğu zaman, kendini koruma içgüdüsüyle.
Kaçacak o kadar çok şey bulur ki insan düşünürken, kaçmak yerine bunu düşünmek bir zevke bile dönüşebilir. Kaçmak bir fiildir elbette. Ama ya düşünmek: RİSK YOKTUR!!! Bu yüzden kimsenin bu isteğe rağmen kaçtığı görülmemiştir, görülmeyecektir de...
İçimizdeki 'ben'i hiç bırakmayan yalnızlık isteğinin, her şeyden herkesten uzaklaşma arzusunun ham kaynağı da kendini koruma dürtüsünden başka nedir...
İnsanların
yaptıkları,
yapamadıkları,
yapmak istemedikleri,
yapmak için fırsat bulamadıkları,
yaptıkları ya da yapmadıklarında özgürlüklerine zul gelmesinden korktukları,
yaptıklarında kaybedeceklerini göze alamamaları,
yapmayı ya da yapmamayı bir fiil olarak düşüne-bile-memeleri,
yaptıktan sonra pişman olacaklarını bildiklerinden ihtiyatlı davranmaları,
imkan olsa bile bunu bir nimet olarak gördüklerinden yapmaktan gocundukları,
yapmadıklarında ben-ya da biz-im gözlerim-iz-deki acının onların yaşama sebebi olması,
veee bir de gerçekten çok isteyip de çaresizliğin verdiği emirle yapamamak ya da yapmak...
Yalnız kalma ya da kaçış isteğinin görünürdeki müsebbibi insanlar gibi görünse de aslında içimizde ördüğümüz 'o ağ'dır.
Doğar doğmaz başlarız o ipin ucundan tutmaya...
İlk ses mmm'dır, tüm dillerde. Mother, mom, mama, momy. Sonra baba, dede, vs.vs. sırayla öğretilir her biri... Hatta ilk söylenen kelime çok özel anlam taşır; baba dedi, babasına çok düşkün olacak. Anne dedi, anneci olacak... Velhasılı o anlamı biz yükleriz o kelimenin sırtına...
Biz büyüdükçe çeşitlenir o ipin renkleri, uzadıkça uzar. Ve bir an gelir hepsi birbirine dolanır. Aslında bir anda olmaz, ip pörsür. İpi çeken yanlış yönden çeker, zamanla olan olur. Anlık değildir yani olay.
Önce adım adım çabalarsınız ipin ucunu bulmak için. Bir yumağı diğerinden geçirmeden çözmeye çalışırsınız. Ama olmaz. Sonra ki adımda içlerinden geçirirsiniz ip yumaklarının düğümler birer birer çözülüyormuş gibi görünse de her çözümden sonra bir yenisi çıkar önünüze. Siz bununla meşgul olurken zaman akıp gider...
ve o an fark edersiniz.
Korkularınızla yüzleşmektense; içinizde yarattığınız o ağla-kelimelerle- meşgul olmak sizi insanlardan, insanların yaptıklarından, yapmadıklarından, yapmak istemediklerinden ve diğer her türlüsünden korumuştur!!!
İşte bu ağa dolandım ben de...
Ya kurtuluşum olacak,
Ya da...
5 Kasım 2014 Çarşamba
31 Ekim 2014 Cuma
kar tanem-berfinim
Bu blogdaki ilk yazımın kahramanının; beni hayatta en cok heyecanlandıran, hayatıma anlam, değer katan birisi olmasını istedim.
Var olduğuna dualar ettigim,
her sarılışımda iyi ki varsın dediğim,
Hesapsız, sorgusuz, koşulsuz sevdiğim,
Beni sakinleştiren,
Ehlileştiren,
Bağlayan,
Bu bağdan gurur duyuran,
Elim,
Gözüm,
'İçimin güler yüzü,'
Yaşama sevincim,
Kelebeğim,
Kartanem,
Nar tanem,
Nur tanem...hani demiş ya şair daha nem olacaktın birtanem...-bu bile yetmezken-
Berfin'im Sıla'm;
İçimde var olduğunu bildiğim andan beri -ki bu benim için çok da sürpriz olmamıştı-yüzüm başka, ellerim başka, dünyam bambaşkaydı.
Çok uğraştım-k, umduk, diledik, dua ettik.
Bazen ümitsizdik, bazen heyecanlı, bazen korumacı, bazen de boş verememiş...
Ama sen bizi seçtin, bize tutundun, benimle bizimle büyüdün, bizi de büyüttün...
İçimde var olduğunu bildiğim andan beri konuşuyordum seninle, biliyordum beni duyduğunu, emindim hatta...
Her geçen an sen büyüyordun. Seni hissediyor olmak bir mucizeydi...
Ve birgün doktor: 'O bir kız' dediğinde ben gülerek içimden yine seninle konuşuyordum, biliyordum, senin minicik bir kız olduğunu biliyordum. Çünkü sen bana fısıldamıştın usulca, bir gece elim senin minicik bedeninde-aslen kendi koca göbeğimde gezinirken...-
O günden sonra senin gözlerine bakıp hangi şekilde seslenmek istediğimi düşünmeye başlamıştım bile...
Ve sürecin zorluğundandı sanırım; duygu yoğunluğum normalin çok çok üstündeydi...
Bu duygu yoğunluğumun nedeni de sendin, bana bunu kaldırabilme gücünü veren de sendin...
Veee birgün bir şiir okudum.
Aradığımı bulmuştum.
Kızımın adı, onun dünyadaki yankısı
'BERFİN' olmalıydı.
Şiir çok şey anlatıyordu. Ama ben Berfinin manasına takıldım. Kar tanesi, kara ait olan, kardan olan. Farsça kökenli bir kelime. Genellikle Kürtçe'de kız ismi olarak kullanılıyormuş. İnsanlar soracaktı büyüdüğünde; kürt müsün? Ama umrumda değildi. Baba laz, anne yörük iken. Varsın insanlar böyle sorsundu...
Ki öyle de olabilirdi, ne vardı bunda...
Kar beyazdır,
Kar kutsaldır,
Temizler, arındırır,
erir su olur, yaşamın kaynağıdır,
her biri biriciktir...
O yüzden bloğumun adı da: kutsal beyaz...
Bir de sıla eklendi, hasretten, yaban ellerden...
Sonunda ne oldu; sılaya düşen kar tanesi...
Biraz da beni anlattığı için sanırım çok sahiplendim bu ismi, kızımın beni -bizi- sahiplendiği gibi...
İste Yılmaz Erdoğan'ın bana ilham olan o şiiri;
İçimin güler yüzü
Yaşanılası iklimim hoşgeldin
(Adımın çapraz yazılması kimin
Umrunda
Denize düşen yılana öykünür
Biraz da
Bir aralık sızıverdin işte
Ömrümüzün en gevrek zamanı
Çıt diyor kırılıyoruz
Öfke kadar saydamız o zamanlar
Ve kırılgan
Bıçak kadar
Kızım demeyi öğrettiğin için
O tanrısal kokun
Ve gülüşündeki baban için
Ki hala zilleri çalıp kaçmak istiyorduk
Yarım yamalak aşk kırıntıları
Tabakta bırakılmış, yazık atılacak bir sevda
Haritası
Hatta el değmemiş delilikler istiyorduk
Çocuktuk daha
Büyümeye direniyorduk
İş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk
Ama sızıverdin işte
Bir avuç yeşil gevrek rokaydık
Mayışmamıza bir limon yetecekti
Biz garsonu bekliyorduk
Sen çıkageldin
Hoşgeldin berfinim
Kızım kızgınlığım
Bilmiyorduk daha
Objektiflerin objektif olmadığını
İkimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı
Meğer doyurmak çok zormuş
İçimizdeki hayvanı
Habersiz geldin, kusura bakma
Ortalık biraz dağınıktı
Şimdi hemen toparlarız sanıyorduk
Olmamıştık daha
İşin zor kızım
Hem büyüyecek
Hem bizi büyüteceksin
Baban mı var, derdin var kızım
Hoşgeldin kızım
İçimin gülen yüzü, hoşgeldin
Var olduğuna dualar ettigim,
her sarılışımda iyi ki varsın dediğim,
Hesapsız, sorgusuz, koşulsuz sevdiğim,
Beni sakinleştiren,
Ehlileştiren,
Bağlayan,
Bu bağdan gurur duyuran,
Elim,
Gözüm,
'İçimin güler yüzü,'
Yaşama sevincim,
Kelebeğim,
Kartanem,
Nar tanem,
Nur tanem...hani demiş ya şair daha nem olacaktın birtanem...-bu bile yetmezken-
Berfin'im Sıla'm;
İçimde var olduğunu bildiğim andan beri -ki bu benim için çok da sürpriz olmamıştı-yüzüm başka, ellerim başka, dünyam bambaşkaydı.
Çok uğraştım-k, umduk, diledik, dua ettik.
Bazen ümitsizdik, bazen heyecanlı, bazen korumacı, bazen de boş verememiş...
Ama sen bizi seçtin, bize tutundun, benimle bizimle büyüdün, bizi de büyüttün...
İçimde var olduğunu bildiğim andan beri konuşuyordum seninle, biliyordum beni duyduğunu, emindim hatta...
Her geçen an sen büyüyordun. Seni hissediyor olmak bir mucizeydi...
Ve birgün doktor: 'O bir kız' dediğinde ben gülerek içimden yine seninle konuşuyordum, biliyordum, senin minicik bir kız olduğunu biliyordum. Çünkü sen bana fısıldamıştın usulca, bir gece elim senin minicik bedeninde-aslen kendi koca göbeğimde gezinirken...-
O günden sonra senin gözlerine bakıp hangi şekilde seslenmek istediğimi düşünmeye başlamıştım bile...
Ve sürecin zorluğundandı sanırım; duygu yoğunluğum normalin çok çok üstündeydi...
Bu duygu yoğunluğumun nedeni de sendin, bana bunu kaldırabilme gücünü veren de sendin...
Veee birgün bir şiir okudum.
Aradığımı bulmuştum.
Kızımın adı, onun dünyadaki yankısı
'BERFİN' olmalıydı.
Şiir çok şey anlatıyordu. Ama ben Berfinin manasına takıldım. Kar tanesi, kara ait olan, kardan olan. Farsça kökenli bir kelime. Genellikle Kürtçe'de kız ismi olarak kullanılıyormuş. İnsanlar soracaktı büyüdüğünde; kürt müsün? Ama umrumda değildi. Baba laz, anne yörük iken. Varsın insanlar böyle sorsundu...
Ki öyle de olabilirdi, ne vardı bunda...
Kar beyazdır,
Kar kutsaldır,
Temizler, arındırır,
erir su olur, yaşamın kaynağıdır,
her biri biriciktir...
O yüzden bloğumun adı da: kutsal beyaz...
Bir de sıla eklendi, hasretten, yaban ellerden...
Sonunda ne oldu; sılaya düşen kar tanesi...
Biraz da beni anlattığı için sanırım çok sahiplendim bu ismi, kızımın beni -bizi- sahiplendiği gibi...
İste Yılmaz Erdoğan'ın bana ilham olan o şiiri;
İçimin güler yüzü
Yaşanılası iklimim hoşgeldin
(Adımın çapraz yazılması kimin
Umrunda
Denize düşen yılana öykünür
Biraz da
Bir aralık sızıverdin işte
Ömrümüzün en gevrek zamanı
Çıt diyor kırılıyoruz
Öfke kadar saydamız o zamanlar
Ve kırılgan
Bıçak kadar
Kızım demeyi öğrettiğin için
O tanrısal kokun
Ve gülüşündeki baban için
Ki hala zilleri çalıp kaçmak istiyorduk
Yarım yamalak aşk kırıntıları
Tabakta bırakılmış, yazık atılacak bir sevda
Haritası
Hatta el değmemiş delilikler istiyorduk
Çocuktuk daha
Büyümeye direniyorduk
İş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk
Ama sızıverdin işte
Bir avuç yeşil gevrek rokaydık
Mayışmamıza bir limon yetecekti
Biz garsonu bekliyorduk
Sen çıkageldin
Hoşgeldin berfinim
Kızım kızgınlığım
Bilmiyorduk daha
Objektiflerin objektif olmadığını
İkimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı
Meğer doyurmak çok zormuş
İçimizdeki hayvanı
Habersiz geldin, kusura bakma
Ortalık biraz dağınıktı
Şimdi hemen toparlarız sanıyorduk
Olmamıştık daha
İşin zor kızım
Hem büyüyecek
Hem bizi büyüteceksin
Baban mı var, derdin var kızım
Hoşgeldin kızım
İçimin gülen yüzü, hoşgeldin
Merhabalar,
benim bloğumdaki ilk yazım bu.
hepiniz benim düşler ülkeme hoşgeldiniz...
öncelikle burada yazmama vesile olan sevgili arkadaşıma buradan teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Yazmak deyince benim aklıma; kağıt kalem gelirdi hep...
hatta daktilo:)
Ama bu da yazmak değil mi, maksada hizmet etmiyor mu? Ediyor tabii.
Sonuç olarak neden olmasın dedim:) veee başladım yazmaya...
Kağıdın üzerinde kalemle dans eder gibi yazarken harflerin kelimelere, kelimelerin cümlelere dönüştüğünü görmenin verdiği keyif,-bazen hüzün- heyecan, merak aynı olur mu bilmiyorum ama ilk taşı bir atalım bakalım denize...
daha atılacak nice taş varken bir tanesini bırakalım usulca...ve birlikte izleyelim oluşturduğu halkaları sessizce...
Blog deyince;benim aklıma yemek tarifleri, pasta tarifleri geliyor. En azından ben bu amaçla okuyordum bu tür blogları.insanın bir arkadaşına mektup yazar gibi, ya da bir gazetede köşe yazısı yazar gibi bir uygulama olarak düşünmemiştim bu blog olayını...
Bundan sonra farklı bir adımla, farklı bir filtreyle, farklı bir açıyla; bazen olayları, bazen insanları, bazen bir bitkiyi bazen de içimdeki bir çalkantıyı paylaşacağım buradan sizlerle.
umarım görebilirim,
umarım ulaşabilirim,
umarım aşabilirim ...
Düşler Ülkeme Hoş Geldiniz...
Ben Deniz...
benim bloğumdaki ilk yazım bu.
hepiniz benim düşler ülkeme hoşgeldiniz...
öncelikle burada yazmama vesile olan sevgili arkadaşıma buradan teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Yazmak deyince benim aklıma; kağıt kalem gelirdi hep...
hatta daktilo:)
Ama bu da yazmak değil mi, maksada hizmet etmiyor mu? Ediyor tabii.
Sonuç olarak neden olmasın dedim:) veee başladım yazmaya...
Kağıdın üzerinde kalemle dans eder gibi yazarken harflerin kelimelere, kelimelerin cümlelere dönüştüğünü görmenin verdiği keyif,-bazen hüzün- heyecan, merak aynı olur mu bilmiyorum ama ilk taşı bir atalım bakalım denize...
daha atılacak nice taş varken bir tanesini bırakalım usulca...ve birlikte izleyelim oluşturduğu halkaları sessizce...
Blog deyince;benim aklıma yemek tarifleri, pasta tarifleri geliyor. En azından ben bu amaçla okuyordum bu tür blogları.insanın bir arkadaşına mektup yazar gibi, ya da bir gazetede köşe yazısı yazar gibi bir uygulama olarak düşünmemiştim bu blog olayını...
Bundan sonra farklı bir adımla, farklı bir filtreyle, farklı bir açıyla; bazen olayları, bazen insanları, bazen bir bitkiyi bazen de içimdeki bir çalkantıyı paylaşacağım buradan sizlerle.
umarım görebilirim,
umarım ulaşabilirim,
umarım aşabilirim ...
Düşler Ülkeme Hoş Geldiniz...
Ben Deniz...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)